22 Şubat 2011 Salı

Paramparça

                    "Yeter, bitti !" diye bağırdı. Gözleri dolu doluydu. "Artık dinlemek istemiyorum seni. " diye devam etti. Haklıydı da galiba, bıkmıştı.
                    Hiçbir şey söyleyemedi karşısında adam. Dinledi sadece. Birkaç kez lafa girmek, cevap vermek istedi, yapamadı. Belki dakikalardır bağırıyordu kız, belki saatlerdir. Belki de aslında yıllardır bağırıyordu da adam farkedememişti. Artık ne önemi vardı ki...
                    Sabah uyandığında adam, gözlerini ilk açtığında gülümsüyordu. Başını sola eğdi biraz, orada, göğsünde masumca uyuyordu işte. Tebessüm vardı sanki solgun dudaklarında. Kumral saçları  ne güzel dökülmüştü adamın göğsüne. Sarılıyorlardı sımsıkı yarı çıplak bedenlerine,  hiç bırakmayacakmışçasına. Alnından öptü usulca kızın. Uyandırmak istemiyordu. Gece çok geç uyumuşlardı. Bedenleri birleşirken o bahar akşamında, sanki ilk kezmiş gibiydi hisleri. Oysa 7. yıllarıydı bu.
                   Aralık pencereden tatlı bir rüzgar girip odaya usulca dokunuyordu aşk dolu yorgun bedenlerine. Deniz esintisi var gibiydi sanki burnunda. Usulca içine çekti esen rüzgarı. Bir kez daha mutlu oldu. Onlardan bir parçaydı deniz. En güzel yıllarını geçirdikleri yerdi o sahildeki ev. Her sabah yosun ve deniz kokulu odalarında martı sesleri uyandırırdı onları. Kalkar kahve yapar götürürdü kıza. Öper dudaklarından, bahçeden kopardığı birkaç gülle verirdi kahvesini.
                  Mecburen taşınmışlardı bu yeni evlerine. Kızın çalıştığı yer taşınmış, önemli bir pozisyondaki bu genç ve yetenekli elemanı  kaçırmak istememişlerdi. Yeni evleri de güzeldi aslında. Sonuçta onlar vardı, yaşıyorlardı, onların eviydi bu da. Ne kadar zor gelse de bu değişiklik, alışılamayacak bir şey değildi.
Uyandırmadan  kızı yavaşça çıktı yataktan. Banyoya girdi, aynada baktı yüzüne. Sanki yaşlanmıştı, gözlerinin altı mor, dudakları solgun, teni sarıydı. Sakalları birkaç günlük olmuş, saçları karışmıştı. Zaten şekil almazlardı ya. Kızarmış gözlerine baktı. Genç yaşında yılların yorgunluğu vardı sanki o gözlerde. Sıkıntıların birikimi gibi. Burnunu çekti birkaç kez. "O" kokuyordu, sinmişti kokusu tenine. Gülümsedi. Aşağı inip su  doldurdu  ketıla, fincanını çıkardı dolaptan. 3 yıl önce almıştı ona. Çok severdi ikisi de. Kahvesini doldurdu, şekersiz içerdi. Suyun kaynama sesini duydu. Doldurdu fincanı. Salona gitti elinde fincanla, ortadaki sehpada vazo dururdu. İçinden bir gül aldı solmaya yüz tutmuş. Yavaş yavaş çıktı yukarı.
                 Arkasını dönmüş örtüye sarınmıştı kız. Kapıda durup izledi onu, sanki dünmüş gibi aklındaydı her anları. Huzurla doldu içi. Yürüdü bozulmuş yatağa doğru. kahveyi  komidinin üstüne bırakıp eğildi üstüne kızın. Yine öptü dudaklarından. Aralanan gözlerinin önündeydi gül. Dudakları kıvrıldı yukarı. Gülümsedi. Kahvesini uzattı hemen. Kız aldı fincanı,  bir yudum alıp yerine koydu tekrar. Gülü kokladı. Buruk kokusunu içine çekti. Yataktan kalktı. Banyoya gitti. Hiç konşmamıştı. "Yorgun. " diye düşündü adam. Kız geri geldi, üstüne bluzunu geçirdi. Çok yakışırdı ona bu  bluz. Vücuduna yapışır, ince belini ortaya çıkarırdı  iyice. Kahvesini aldı, gülü yatağa bırakıp çıktı odadan kız. Merdivendeki ayak seslerini dinledi adam. 17 basamağı da sayınca kalktı yataktan, arkasından gitti.
                Televizyon açılmıştı aşağıda.  Rahat koltukların ikili olanında oturuyordu kız, bir elinde kumanda,  diğer elinde kahvesi, dalgın  gözlerle bakıyordu ekrana. "Haftasonu da hiçbir şey olmuyor. " dedi. Gülümseyerek izliyordu adam bu güzelliği.  Kapatıp televizyonu fırlattı kumandayı diğer koltuğa. Adam yanına oturup kolunu attı narin omuzuna kızın. İrkildi bir an, kenara kaydı kız. Bir gariplik vardı sanki. Anlam veremedi.Kahvesini bıraktı sehpaya,  uzandı,  bir sigara aldı. Çok içiyordu bu ara, yaktı, ilk nefesi üfledi dışarı.  Tam uyaracakken adam,  kız "Konuşalım. " dedi.
"Benim içimde bir şeyler var. "
"Nasıl yani aşkım? "
"Kötü işte, garip. Sıkıntı gibi. "
"Neden ki? "
"Nereden  bileyim nedenini !" . Sesi yükselmişti bir an. Adam tedirgin oldu. Sanki bu  konuşmanın sonu hoş değildi.
"Ben yapamıyorum artık. Dayanamıyorum tüm bunlara. Alışık değilim. Bu ev bizim değil sanki. Sıkıştık kaldık burada,   her yer beton, her yer karmaşa. Deniz yok, kuşlar bile yok sanki. Her sabah aynı gül, aynı kahve. Hep aynı monotonluk. Sıkıldım. Okul  bitti şimdi de bunlar başladı. Hiç güzel bir şey yok etrafımda. Bunalıyorum. İşten, bu evden, yoldan, bu şehirden, kahveden, sigaradan,  hatta senden. Uzak kalalım demiştim sana, al işte, olmuyor, ne değişti şimdi. Neresi güzel, neresi? Öpmek, sevişmek bile mutluluk vermiyor bana, sadece sıkıyorsun beni, şu giydiğin tişört, sakalların, saçın... Her şeyin dert bana. Konuşmak bile gelmiyor içimden seninle. Olmuyor işte. Yeter, bitti ! Artık dinlemek istemiyorum seni !".
                 Tokat gibiydi bu sözler. Afallamıştı adam, ne olmuştu ki? Fırladı ayağa kız, yukarı çıktı koşarak. kapı çarpıldı. Kalakalmıştı. Aradan geçen zamana rağmen kıpırdayamadı yerinden. Sonra ayak sesleri duydu. bir valizle aşağı indi kız. Bütün hayatları o çantadaydı sanki, tıkış tıkıştı her şey şimdi. Kapıya yöneldi kız. "Dur. "  diyebildi sonunda, "Gitme, lütfen. ". Kafasını salladı kız, sinirliydi. Hiçbir şey söylemedi, arkasını döndü, kapıyı açıp çıktı. 7 yılı geride bırakrcasına dönüp bi kez, son bir kez daha baktı, hoşçakal bile demeden kapadı kapıyı ardından. Gitmişti. Geri dönmeyecek gibi gitmişti.  Ardında parampaça bir kalp bırakarak...

12 Şubat 2011 Cumartesi

I'll never give up !

                  Seni çok basit sevdim ben. Çok kolay sevdim.
Nefes almak kadar kolay sevdim, adım atmak kadar kolay sevdim, su içmek kadar kolaydı, gülümsemek kadar kolay... Seni dinlemek kadar kolay sevdim, sesini duymak kadar kolay, mutlu olmak kadar kolay sevdim seni, ağlamak kadar kolay...
                  Çok kolay sevdim seni bitanem. Üzerine bir tişört geçirmek kadar kolay sevdim. Uykuya dalmak kadar kolaydı, ağzından "Seni seviyorum." kelimelerinin dökülmesi kadar kolay... Perdeyi çekmek kadar kolay sevdim, ağzına bir lokma atıp çiğnemek kadar kolay...
                  Ben seni çok kolay sevdim. Ama ben seni aslında çok zor sevdim.
Nefes almak kadar zor sevdim, ana karnından yeni çıkıp ağlayan bebek gibi zor. Adım atmak kadar zor sevdim, saatlerce oturup uyuşmuş ayaklar kadar zor. Su içmek kadar zordu, boğulmadan bir çocuk gibi uğraşarak. Gülümsemek kadar zor, her dert başımda tütermiş gibi zor... Seni dinlemek kadar zor sevdim, 72 yaşında kulakları ağır işiten ben kadar zor. Sesini duymak kadar zor, ıssız adaya düşüp aklımda yalnız sen varmış gibi zor. Mutlu olmak kadar zor sevdim seni, hayatımda sanki sen yokmuş gibi zor. Ağlamak kadar zor, göz pınarlarım kuruyup tepkisizleşmek kadar zor...
                  Çok zor sevdim seni meleğim. Üzerine bir tişört geçirmek kadar zor, sırtına giyecek bir tişörtün olması gibi zor. Uykuya dalmak kadar zordu, 27 yıldır uyuyamayan insomnilı gibi zor. Ağzından "Seni seviyorum." kelimelerinin dökülmesi kadar zor, dilsiz olup söyleyememek kadar zor... Perdeyi çekmek kadar zor sevdim, perdesini çekecek bir camın olması kadar zor. Ağzına bir lokma atıp çiğnemek kadar zor, dişleri dökülmüş yaşlılar kadar zor...
                  Ben seni çok zor sevdim. Hayat aslında bir ikilemdi çünkü. Çok kolaydı zorluklar, dayanılmaz zordu kolay her şey. 
                  Değişmeyecek tek şey vardı her şeye rağmen. Ben seni sevdim. Kolaydı zordu farketmedi hiç. Ben seni bu yüzden sevdim, ikilemsizdim, saftım, tektim seninleyken. Ben seni sevdim sevgilim. Delicesine, korkmadan, çekinmeden, yitirmeden...
                  İstemsiz değildi sevgim. Aşka tutulmam, sana vurulmam, şansa değildi. Tesadüf değildik aşkım. hayat bizimdi artık, sen ve ben, asla değişmeyecek tek doğru, sevgimiz, aşkımız...
                  Ben seni sevdim sevgilim. Tıpkı sen gibi. Senin beni sevdiğin gibi.

                               Ben seni sevdim bebeğim.
                                           Sevdim.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Yine, Yeni, Yeniden !

               Bugünle ilgili yazıp çizecek, söyleyecek çok söz var. Yazı yazasım var aslında ama hiç istemiyorum. Mutsuzum.
               Hayatı geldiği gibi yaşamak gerek artık sanırım. Zira bakınız sanki o kadar enerjisi varken hiç ölmeyecekmiş gibi duran Defne bile gitti ansızın. Yarından tezi yok eski yaşantıma dönüp “eeh sikerler lan !” moduma giriyorum tekrar.
               Kendisini umursadığımı sananlara buradan bir haber vermek istiyorum: “Hiçbirinizi gerçekten hiç ama hiç siklemiyorum. Hatta açık ve net olarak belirteyim, ananızın amına kadar yolunuz var. Kimseyi kaldıramam, kimsenin afra tafrasını çekemem, kimse için ödün veremem bu saatten sonra. ”. Maalesef hayatta gerçekten önemsediğim tek bir insan var, onu da dünya tersine dönse, cehennem buz tutsa, kırmızı kar yağsa yine önemserim, yine umursarım. Kimseler kusura bakmasın.
               Kararlarım radikal gençler. Kesin ve değişmeyecek. Kimse vazgeçilmez değil artık benim için  (tekrar belirteyim bir kişi hariç). Gayet basit ve net. Ben istediğim için hayatıma girdiniz, ben vazgeçtiğim için de çıkacaksınız. Hayatım sizin için sayfiye yeri değil !
               Şimdilik bu kadar, aslında fazlası da var da, dedim ya mutsuzum, birkaç zaman sonra genişletilmiş editiyle burada olurum.
                       En eski Aykut‘u özleyenler, beni izleyin anacığım !!